hd film izle film izle demirdöküm demirdöküm servis bosch servis vaillant servis eca servis ariston servis
 

BEDESTEN

Bedestenler, Kervansaraylar, Hanlar, Çarşılar, Köprüler, Ticarî ve Sosyal Yapılar, Ticaret Tarihi...

  • Increase font size
  • Default font size
  • Decrease font size
Anasayfa Osmanlı'da Ticaret Osmanlı Devleti'nde Ticaret - 2

Osmanlı Devleti'nde Ticaret - 2

E-mail Print


Kanuni Devrinde İstanbul'un Ticari Durumu


İstanbul'un iaşe işlerini devlet üzerine almıştı. Diğer bir çok konularda olduğu gibi bu meselede de sıkı bir devletçilik cari idi. Yani, şimdi liberal ticaret veya devletin dış ticareti kendi yapması gerektiği münakaşaları arasında, XVI. asırda uygulanan sistemi bilmek enteresandır ve bize bazı bakımlardan ışık tutabilir.

İstanbul şehrine lüzumlu olan buğday, et, erzak Rumeli şehirleri ile Marmara sahillerinden, Karadeniz kıyısındaki memleketlerden, pirinç, mercimek Mısır'dan, yağ Kefe'den getirtiliyordu. Rodoscuk yani Tekirdağ Marmara'da en mühim ticaret merkezi idi. Zira, İstanbul'un iaşesini, en çok bu denizdeki iskeleler sağlardı.

Hükümet, İstanbul'da ve vilayetlerde buğday fiyatlarını tayin eder, narh koyar, furunlara mahsus unlar değirmenciler vasıtasiyle temin edilirdi, (tahhan-değirmenci). Bazen kıtlık olan eyaletlerde buğday ve arpa fiyatı artardı. Mesela h. 972 de (1564) Mısır'da kıtlık olmuş, buğday ve bakliyat fiyatı artmış, bununla ilgilenen Divan-ı hümayun durumu düzeltmek üzere alakadarlara, Mısır beylerbeyine ve defterdarına bir hüküm göndermişti.


Buna göre, Mısır'da o sene kıtlık olması hasebiyle buğdayın irdeb'i (mısır kilesi) 60 paradan ziyade iken (o tarihte Mısır'da sikke olarak para ve altın kullanıldığı görülmektedir) miri anbarın buğdayına 30 para narh tayin edildiği, ve her hafta yeteri kadar bu anbardan çıkarılarak değirmencilere verildiği, ayrıca Eylan iskelesine her hafta 1000 irdeb buğday gönderilerek 50 paradan satıldığı öğrenilmiştir. Halbuki bu iskelede buğdayın irdebi serbest piyasada 72, baklanınki 40 paraya satılıyordu. Diğer taraftan oradaki has anbarda (mîrî anbar) fazla zahire (müstevfî tereke) olmadığı ve o kadar ümeraya ve zahireharlar a (zahire yiyen, zahiresini aynî olarak devletten alan görevliler) verildikten başka bazı mukataaları da takviye ettiği cihetle, böyle hareket edilmesi hassa anbarının mevcudunun azalmasına ve tükenmesine yol açacaktır. Gerçekten, duyulduğu gibi yani narh 60 paradan fazla iken 30 paradan değirmencilere verildiği ve Eylan iskelesinde 72 paraya satılırken 50 paraya satılması hali mîrî mala her halde zarar verecekti.

Yeni senenin mahsulünden verilmeyerek üç senenin (yani geçen üç senelik mahsul stoku) mahsulünden verilmesi, buğdayın birer altuna (kırk para) yahut kırk beş paraya satılması gerekli idi.

Bu itibarla, bu hükm-i şerif oraya vasıl olduktan sonra hassa anbarı durumuna gereği gibi dikkat edilmeli, geçen üç senelik stoktan satıldığı takdirde kırk beşer paraya ve en az kırk para yani bir altuna verilmeli, reayanın maişetine ferahlık olsun, Mısır hazinesine de zarar gelmesin. Hassa anbarında Dukakinzade malından kalmış (yani Dukakinzade Mehmed Paşa'nın Mısır Beylerbeyiliği zamanından kalma, onun stok etmeğe muvaffak olduğu buğday) buğdayı vardı, bu buğday şimdi Mısır kalesi halkına verilmemektedir. O halde satmak icap etmez mi idi? Niçin anbarda tutulmakdadır? Gerektir ki, bu bahsi geçen buğdayı geciktirmeden ihtiyacı olan yerlere dağıtıp, tevzi' edip, bedeli mukabilinde sattırasın, fırsatı kaçırmıyasın ve anbarda kalıp zayi' ve telef olmasından sakınasın. 2 Cemaziye'l-evvel 972 (11.XII.1564).

İşte Mısır'daki buğday durumu ile ve orada hassa anbarında biriktirilmiş stok buğdayın değeri bahası ile ihtiyaç sahiplerine satması meselesi hakkında devlet merkezinin düşündükleri ve aldığı tedbirler bunlardır.

Bazen buğday İstanbul'a da nadir gelirdi. Çoğu defa muhtekirler (hükümde matrabaz diye kaydedilmektedir) buğdayı Anadolu'dan Rumeli'ye, Rumeli'den Anadolu'ya sandallarla kaçırırlar, Marmara havzasında kaçakçılık yaparlar, buğdayı fazla para veren yabancılara -hükümetin emri hilafına- satarlardı. Divan-ı hümayun buna mani olmak için alakadar kadılara kat'î emirler gönderirdi. Buğday tedariki bu suretle temin edildiği gibi halkın iaşesi için imaret-i amirelerde stok edilmiş, yani, evkaf-ı hümayun imaretleri için biriktirilmiş, buğdaydan da verilirdi. Kanunî devrinde bir sene İstanbul'da buğday çok azalmış, İstanbul kilesi buğdayın fiyatı 45 hatta 50 akçeye yükselmişti. Arpa da on akçeye çıkmıştı. Hükümet buna çare olmak üzere Drama ve Zihne kadılarına emirler göndererek imaret-i amirede evkaf terekesinden 70 mud zahire gönderilmesini bildirmişti.

İstanbul'daki bu sıkıntılar çok defa, buğday yetiştiren merkezlerdeki madrabazların, muhtekirlerin daha fazla para kazanmak istemesi yüzünden oluyordu. Karaborsacılar, sipahiler ve bu işlerle uğraşan reaya, zahireyi daha fazla fiatla yabancılara satmak için depo ederler, İstanbul'a göndermek istemezlerdi. (Şimdi bazı yerlerdeki koyun ve canlı hayvan kaçakçılığı gibi). O zaman Divan-ı hümayun o merkezler kadılarına emirler gönderir, imaret harcından fazla bulunan zahireyi ister madrabazlar ister sipahiler ve reaya ellerinde olsun, narh-ı ruzî (rayiç fiyatla) üzere satın alırlar ve rençber gemileri (tüccar gemileri, armatör şilepleri ile) ile muntazaman İstanbul'a naklederlerdi.

Bu hususta h. 968 tarihli ve Silivri Kadısına hitaben yazılmış bir hüküm buna bir misal teşkil eder; şöyle ki :

«Halen İstanbul'da tereke babında (yiyecek sıkıntısı) muzayaka vardır. Bu emrim sana vardığı zaman hiç gecikmeden, kadılığına bağlı olan yerlerde muhtekirler ve diğer reaya elinde depo edilmiş zahire varsa oraya bu maksatla gelen gemilere, günlük rayiç fiat üzerinden, sattırıp gemilerine yükletip İstanbul'a göndermelisin, bu iş önemlidir, ihtimam göstermelisin hiç kimseye itimad ve havale etmeyerek kendin bizzat her tarafı yoklamalı, madrabazlarda ve diğer reayada bulduğun buğdayın, kendi maişetleri ve ziraat için kifayet miktarını koyup, geri kalanını narh üzere gemilere sattırmalısın kimseyi himaye etmiyecek ve bir yolsuzluğa meydan vermiyeceksin, aksi takdirde, özrün asla makbul olmaz ve sorumlu durumda bulunursun.»

«Ancak gemicilerin de bunu bahane ederek zahire (tereke) sahiplerine baskı yapmalarına, haksızlık etmelerine imkan vermiyeceksin, narh-ı ruzî üzerine satın alarak paralarını tamamen ödemelerine dikkat edeceksin bir de gemilerin Kefe canibine alıp gitmek ihtimaline binaen, bunların gemilerine ne kadar zahire koyduklarını ve kimlerin gemilerine yüklendiğini yazıp bildirmelisin.»


Aynı tarihte bu maksatla Gelibolu kadısına gönderilen hükümde de bunlardan başka Eceovası hasılatından, Sirem sürgünleri haslarından ve Bolayır evkafı terekesinden imaret harcından ziyade ne miktar buğday varsa, diğer yerlerde bulunacak fazlalıklar ile birlikte, hepsi tesbit edilerek, yazıp defter olunarak haslar terekesi navlun ile oraya gönderilen mîrî gemilere, diğer reayada bulunanlar rençber gemilerine narh-ı ruzî ile satın aldırılıp İstanbul iaşesi için derhal gönderilmesi, ancak reayanın kendi maişetleri ve ziraat için yeteri kadar tefrik edilmesinin önemli olduğu belirtilmektedir.

Aynı mahiyette Tekirdağı ve Gümülcine kadılarına da hükümler gönderildiği, madrabazların tereke stok etmelerine imkan verilmemesi gerektiğinin bildirildiği görülmektedir. Bir de istanbul'daki ihtikarın, karaborsanın ve fiyat artışlarının sebep ve men'şeleri, buna mani' olunması için İstanbul kadısına gönderilen h. 967 tarihli bir hüküm vardır ki, bu hususta da bize fikir vermektedir.

İstanbul kadısına gönderilen bu hükümden anladığımız şudur :

İstanbul'daki bakkal esnafı kadıya giderek şöyle şikayet etmişlerdir :

"Eskiden İstanbul'a gelen pirinç, revgan-ı sade (sade yağ), çırak yağı, çerviş yağı, zeyt yağı, asel (bal) şîr-revgan tulum peyniri, pastırma, badem, nohut, kaysı gibi şeyler bakkallar tarafından satılmakta idi. Halen, Hisardan dışarıda dükkanları olan kimselerden madrabazlar, bu dükkanlarına, mahzenlere ve başka yerlere koyup buralarda sağlayarak, gece veya gündüz gizlice gemiler ile etrafa dağıtarak bu gibi havayic-i zaruriyenin azalmasına ve narhın artmasına, fiyat artışlarına sebep olmaktadır. Narhdan fazlaya satanlar bu gibi kimselerdir, teftiş olunarak bunları surlar içindeki bakkalların satması temin edilirse sıkıntı ve fiyat fazlalığı olmayacaktır."

Bu şikayet üzerine, fil-hakika, kadı, geceleyin gizlice kontrol yaptığını ve vaziyetin söylediklerine mutabık olduğunu bildirmektedir.

Divan-ı hümayun da, kadıya «kadîmden olagelene mugayir kimseye iş ettirmeyesin» diye emir vermektedir. 25 Ramazan 967 (20.VI.1560)

İstanbul'un iaşesinde mühim meselelerden biri de et tedariki idi. Koyun temin olunacak mahaller ile celebler ve kasablar hakkında muayyen nizamlar vardı : Koyunlar çok defa Rumelinin sağ kolundan, Filibe, Üsküp, İstrumca, Manastır, Avret hisarı gibi Rumeli şehirlerinden, İstanbul'da et sıkıntısı olduğu zamanlarda da, Dul-kadır ve Diyarbakır taraflarından celebler vasıtasiyle tedarik olunurdu. Koyun gönderen yerlerin kadıları her sene İstanbul'a gönderilecek mevsim koyunlarını defter ederler, tesbit eylerler, her mevsimde vazife icabı mükellef oldukları miktarda koyunun tedarik ve İstanbul'a şevkine dikkat gösterirlerdi.

Koyunlar celeplere defter mucibince tevdi' edilir, İstanbul'da koyun eminlerine de bu suretle teslim olunurdu. Yolda gelirken kasaplara ve sair kimselere koyun satmak yasaktı. Bu suretle her yerden gelen koyunların mevcudunun tam olmasına dikkat edilirdi. İstanbula senede 200.000 den fazla koyun geldiği hesaplanmıştı. Bu koyunlar ait oldukları yerlere koyun emini marifetiyle tevzi' olunurdu. Mesela İstanbul'da olan yahudi taifesine (musevi cemaatinin ihtiyaçları için) günde 80 koyun verilir, imaretlere ve saraylara da evvelden tesbit edilen miktarlarda, defterleri mucibince taksim olunurdu.

Koyunların İstanbul'a getirilmesi için çoğu defa kat'î ve sert mahiyette emirler yazılmasına lüzum hasıl olurdu. Mesela h. 967 de Rumeli'nin sağ kolunda olan kadılara gönderilen hükümde celep tayfasının irsal olunacak mevsim koyunlarından ne miktarını tedarik ettiklerinin bildirilmesi, üzerlerine kayıtlı olan koyunları defter mucibince tedarik edip vakti ve mevsimi ile her mevsim koyununu kusursuz olarak, ihraç etmelerinin temini emir olunmakta idi. Aynı tarihte, İstanbul'da et sıkıntısından bahsedilerek Diyarbakır Beylerbeyine gönderilen hükümde Türkmen koyunlarından koyun gönderilmesi ve bunlara yolda izde hilaf-ı şer' ve kanun kimsenin dahi ve taarruz etmesine imkan verilmemesi bildiriliyordu.

H. 973 de, koyun hizmetinde olan Balî Çavuş'a gönderilen bir hükümde ise Kırkkilise taraflarından 41 sürü koyun geçtiği halde bunlardan ancak 11 sürüsünün İstanbul'a vasıl olduğu, 30 sürüsünün yollarda kayıp olduğunun duyulduğu bildirilmekte, bunun aslı olup olmadığının araştırılması, her sene 200.000 koyun geldiği halde bu sene 40.000 koyun bile gelmediği yazılmakta, İstanbul zahiresi için gelen koyunların hiç kimseye verilmemesi tenbih olunmakta idi.

Filibe, Selanik, Drama ve o bölgedeki diğer kadılıklara gönderilen hükümde ise kıvırcık ve karaman koyunlarından her sene ve her mevsimde gönderilmesi gereken miktarlar bildiriliyor ve mütebaki kalan miktarların da gönderilmesi emir olunuyordu. H. 971 senesinde İstanbul'a koyun getiren celebler vazifelerini iyi yapmak için daima bir takım müsaadelere mazhar olurlardı. Ekseriya Eflak ve Boğdan'dan bile gönüllü celebler yazılırdı. Bunlara Gönüllü Celeb, devletin resmî sicilinde isimleri kayıtlı olanlara da yazılu celeb derlerdi. Celeblerin hareketlerine kimse mani olamazdı. Celeblerden ölenler olursa yerlerine özel şekilde celeb yazılırdı. İstanbul'da ayrıca bir celeb defteri bulundurulur, her kadılıkta mevcut celebler muntazaman deftere kayıt olunurdu. Celebler, çoğu defa tüccardan ve zenginlerden intihap olunur, servetleri rehin olarak dikkate alınırdı. Bu suretle celeb yazılanlar tekalifden af edilmiş olurlardı.

Celebler uhdelerine ne kadar koyun yazılmış ise her sene mevsiminde bu koyunları İstanbul'a sevketmeye dikkat ederlerdi. Her kadılıkta koyun sahibi olanlar kudretlerine göre senede ihraç edebilecekleri koyun miktarını bildirirler, deftere bu suretle yazılırlardı. Koyun yazmaya memur olanlar hiç kimseye kudretinden fazla koyun yazmamaya dikkat ederlerdi. Celeblerin sevkiyatına tecavüz vukuunde derhal hükümler yazılırdı.

H. 967 de İstanbul'dan Eflak ve Boğdan'a varıncaya kadar yol üzerinde olan kadılara gönderilen hükümde yazılu ve gönüllü celeb taifelerinden bahsedilmekte, sığır celeblerinin de sığırlarını getirip başka vilayetlere götürmemeleri bildirilmekte idi.

H. 972 tarihli Zihne kadısına gönderilen hüküm ise, bir çok bakımlardan kayda değer noktaları ihtiva etmektedir: İstanbul'un yazilu celeblerinin bir kısmı ölüp bazıları da müflis veya kaybolmaları ile İstanbul'da et sıkıntısı çekildiği ve binaenaleyh celeb yazılması işinin mühim olduğu, bunun için de Zihne kadısının doğruluğuna itimad olunduğu için Rumelinin sağ kolunda celeb yazma işine memur edildiği ve celeb defterinin bir sureti bir çavuş marifetiyle kendisine gönderildiği bildirildikten sonra şöyle denilmektedir :

"Her kadılıkta olan celebleri tamam dikkatle teftiş edüp göresin mezkurlardan mürde ve na-bedîd oldu dedikleri kimlerdir ve ne tarihte ne mahalde fevt ve na-bedîd olmuşlardır ve hem vefatlarına ve na-bedîd olduklarına kimler şehadet ederler, isimleri ve resimleri ile yazıp defter eyleyesin ve müflis olmuştur dedikleri celeblerin ahvalleri nedir filvaki' müflis olmuşlar mıdır? nicedir tamam dikkat ve ihtimamla teftiş ve tetebbu' edüp göresin... Ölen, kaybolan veya iflas eden celebler kaç neferdir ve üzerlerine ne miktar koyun yazılmışsa onların yerine o miktar koyuna riba-hardan (ödünç verilen para üzerine alınan kar, faiz manasına gelen riba ile yapılmış terkib, faizci, sarraf, banker, tefeci) veya diğer mal ve servet sahibi olan kimselerden - hisar erenleri, raiyetten bila emir tüccara çıkan ecnebiler, doğancı, muhtesip - sair erbab-ı veza'if ve cihat, tüccar, ehl-i kisb u kar (dergah-ı mualla kullarından ve sipahi taifesinden maada) celep olmaya münasip ne miktar kimse var ise yazup defter edüp bildiresin... Ama bu babta kudretlerine göre yazasın ki sonradan hiç birisi teşekkî edüp benim kudretim yoktur deyu izhar-ı acz etmeyüp tekrar görülmeğe ihtiyaç eylemeyesin bundan akdem bazı celepler maldar ve mütemevvil iken tekaliften muaf olmak için birer miktar koyuna yazılmışlardır. Kudretlerine göre ziyade koyuna tahammülleri vardır. Bu gibileri korumayasın.. Herkes kudretine göre yazılmalıdır. Akkerman ve Kili kadılıklarında bazı kimseler koyun eri olup sayebanlar yapup celeplere koyun satmak için koyun üretip ol tarik ile celeplikten ihraç olunmuşlar idi. Bunları da iyice kontrol edip her birine ne miktar koyun yetiştirmesi takdir olunmuş ise şartlarına riayet edenlerin mevcut bulunan koyunlarını yazup defter edip, şartlarına riayet etmiyenleri tekrar celep kayıt etmelisin... "

Kasaplar da «müna'am mütemevvil» kimselerden, ekseriya Musevilerden seçilirdi, İstanbul'da kasaba ihtiyaç olduğu vakit padişahın emri ile isimleri belirtilen kimseler kasap yazılırlardı. Kasapların sermayesi devlet tarafından temin olunur, bazen imaret evkafından verilecek paranın faizi ile, bazen de halktan toplanan para ile bu iş gördürülürdü. Mesela, h. 973 tarihinde kasaplara sermaye olmak üzere Müslüman zenginlerden 10.000 ve gayrı müslimlerden de 10.000 altun toplanmıştı. Musevilerden toplanan para ise o sene 10.000 floriden ibaretti. Bir kısım Museviler bu parayı çok bulmuşlar, "bizden daha zengin pek çok Yahudi vardır. Onlardan alınız" demişlerdi ki, bu şikayet üzerine kasap ücreti o Musevilere de teşmil edilmişti.

İstanbul ihtiyaçlarından, ihtikar konusu olan maddelerden diğer ikisi yağ ve soğan idi. Yağ, çok defa Kefeden temin edilirdi. Orada da bir takım madrabazlar türemiş, yağ stoku yaparak ihtikar yapmaya teşebbüs etmişlerdi. Gerek bu konularda gerek meyve getirilmesi hususunda İstanbul kadısına, Kefe beyine, kadısına ve nazırına müteaddit hükümler (967 ve 968 tarihli) görülmektedir.

Devlet erzak ve zahirenin muhtekirler elinde kalmasına mani olmaya çalıştığı gibi, İstanbul civarında veya Marmara sahillerindeki yağları da teftiş eder, her sene üzümlerin bir miktarını gayrı müslimler için şarap yaptırır, geri kalanının pekmez ve turşu için kullanılmasına müsaade ederdi. Bu emre aykırı olarak münhasıran şarap yapanlar çıkarsa, memurlar vasıtasiyle teftiş ettirir ve şaraplarına tuz attırırdı. H. 973 tarihinde Üsküdar kadısına gönderilen bir hükümde Maltepe, Kartal ve Darıca köyleri halkının bu emre aykırı hareket ederek şıralarını fıçılara koydukları, pekmez ve turşu yapmadıkları öğrenildiği için fıçılarına tuz koyularak sirke yapılması emir edilmişti.

İstanbul'da yapılan eşyanın, mamul maddelerin imal tarzına ve satışına da devlet nezaret ederdi. Mesela İstanbul'da satılan hasırlar için boy ve genişlik muayyen idi. Bundan eksik yapanlar veya fazla fiyatla satanlar ceza görürlerdi. Kumaşların safî ipekten ve ibrişimden yapılmaları şarttı. İlgililer vasıtasıyla, usulüne göre yapılan kumaşlara mîrî damga vurdurur, damgasızları sattırmazdı. Bunların fiyatı da mîrî tarafından tesbit olunurdu. Bu şekilde İstanbul'da iaşe ve ticaret işleri intizam altına alınırdı. Aynı zamanda memleketin sıhhî vaziyetine de ehemmiyet veriyor, taun hastalığının bulunduğu yerlerden gelen tacir gemileri hakkında karantina usulü koyuyor, bu gibi gemilerin 25 gün kadar hariçte tutulduktan sonra limana girmelerine müsaade olunuyordu.

Binaların tarz-ı inşası ve kiremitlerin eb'adı, iyi pişirilip pişirilmediği meselelerine de önem veriliyordu. Surlara evler yaptırılmazdı. Yapılmışsa yıktırılırdı.

H. 972 de Tekirdağı kadısına gönderilen hükümden öğreniyoruz ki, oraya bağlı Hor köyünde kiremit işlenip İstanbul'a gönderilmekte imiş, bu kiremitlerin evsafı vesairesi hakkında direktifler verilmektedir.

Devlet kayık ücretlerini bile tayin etmişti. Bir kayık 12 kişiden fazla alamazdı. İstanbul'dan Üsküdar'a geçmek için iki kişi bir akçe vermeli idi. Yine h. 972 tarihli Üsküdar kadısına hitap eden bir hüküm, kayıkçılar üzerine memur edilen Yasakçı Davud'un, Üsküdar ile İstanbul arasında işleyen 40 kayığı intizama sokacağını, fazla adam almamasını sağlayacağını, bu emirlere aykırı hareket edenleri cezalandırmak üzere arz eyleyeceğini bildirmektedir.

Hülasa, halkın iaşe işlerini tanzim eden devlet, şehrin emniyet ve zabıta işlerinin de düzgün olmasına dikkat ediyordu.


Kaynak: Osmanlı Müesseseleri, Teşkilatı ve Medeniyeti Tarihine Genel Bakış / Prof. Tayyib Gökbilgin

 


nakliyat evden eve nakliyat evden eve nakliyat gebze evden eve nakliyat